Cemaat olarak tek mensubiyetimizin bulunduğu camilerden biri olan, KTÜ Camiinde, 2000’li yılların başlarında Cuma namazı öncesinde hutbede vaaz veren hocaefendi epeyce dikkatimi çekmişti: Kısa ve etkili cümleler, metinden ziyade cemaatin gözüne bakarak hitap, konuları ortalama bir vaaz hocasının çok ötesinde akademik yaklaşıma ve fakat kolay anlaşılırlığa kavuşturarak anlatma, içinden neşet bulduğu Türk Milletine ve yaşadığı Türk Devletine sohbet içeriğinde yaptığı vurgulu atıflarına dair özgüveni ile, diğer müftülük görevlilerinden farketme, ifadelerini güçlendiren vücut dili, tıraş ve iyi kıyafetinden müteşekkil etkili iletişim gücü… Cuma namazı sonrasında, yanına varıp kendimi tanıttıktan sonra, kendisinin KTÜ Tıp Fakültesi öğretim üyesi olan evladının babası olarak, Trabzon’da ve onun da konutunda bulunduğunu öğrenmemi içeren kısa süren ayaküstü sohbetimizin hulasası şu oldu: Aradaki yaş farkına rağmen kadim dostluğa giden yolda arkadaşlık hukuku geliştirebileceğim kanaati!..
Camii kürsülerinde, vaaz yapan hocalarımızın sohbetlerini kasaba siyasetinden ırak tutması, dil, üslup ve tarzları ile, medeni-şehirli mümin intibaına sahip olmalarını öteden beri önemseyen biri olarak; Şükrü ÖZTÜRK hocamızın ilerleyen yaşına rağmen fakülteli olması, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi mezunu olması, İmam Hatip Liselerinde kurucu ve müdür olarak görev yapması ve TC Başbakanlık Diyanet İşleri Başkanlığı’nda uzun yıllar Eğitim ve Hac Dairesi Başkanlığı görevlerini deruhte etmesi neticesinde edindiği bilgi, birikim ve sağduyu ile, üniversite öğrencileri ve öğretim üyelerini haiz KTÜ Camii için bir nimet olduğu görüşündeyim. Kıymetli hocamızın yaklaşık on yıl kalıp, Cuma namazları öncesinde yaptığı vaazların yeri, sonraları üniversitemiz bünyesinde kurulan İlahiyat Fakültesi öğretim üyeleri ve yardımcıları tarafından doldurulamadığı da bir vakıadır!..
Şükrü ÖZTÜRK Bey hocamız ile, Trabzon’da kaldığı on yıllık süre zarfında, 2008-2011 yılları arasında Artvin’de Orman Fakültesi’nde yöneticilik yaptığımız üç yıl hariç tutulursa, yedi yılı sâri zaman zarfında; camii, ev, fakülte, gezi, dinleti, sergi, ziyaret, açık hava toplantısı, toplantı, cenaze törenleri vb. gibi vesileler ile defalarca bir araya gelip mekan ve zaman paylaşımlarımdan kaynaklanan namütenahi dostluğu bana yaşattığı için öncelikle yüce Allaha şükürler olsun. Akabinde de; hatıralarını, yaşanmışlıklarını ve dahi sırlarını benimle paylaşarak, bana değer veren, hatır gösteren ve anlayış ile sabır gösteren “beyhoca”ma da teşekkürlerimi sunarım.
Hayatımda iz bırakan şahsiyetleri, ana-baba ve akraba ile hocalarımı, arkasından, yani vefatları sonrasında haklarında anı-portre yazısı yazma tecrübesine sahip biri olarak, hâlihazırda hayatta olan bir şahsiyet hakkında yazı kaleme almanın hem ilkini, yani acemiliğini ve hem de heyecanını taşımakta olduğum bilinerek, bu nesir yazının okunmasını arzu ederim.
Şükrü ÖZTÜRK BeyHoca’mıza dair bir yazı, öncelikle onun zekiliği ve başarıya odaklı hayatına dair tespitleri yapmakla başlamalıdır: Nitekim hocamızın Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’ni birincilikle bitiren bir akademik başarıya sahip olduğu, öğrenciliğinde hocalarına ilmi çalışmalarında yararlanacakları özgün metinleri tercüme edecek kadar yeterliliğe, güvene ve yakınlığa sahip olduğu ve bu durumun da ekseriyetle lisans öğrencileri için pek de varit olmadığı hatırlatılmalıdır. Beyhocamızın oğullarının yurdumuzun saygın üniversitelerinin Tıp Fakültelerinde profesör unvanlı olarak görev yaptığı ve kızının da hukuk fakültesi doçenti olarak çalıştığı dikkate alınırsa, bu akademik başarının hocamızın ve fakülteden sınıf arkadaşı olan eşi ilahiyatçı hocahanımın, evlat yetiştirmedeki hünerlerinin bir tezahürü de olduğu bilinmelidir. Beyhocamızın sadece evlatları değil, torunları da, Allah nazardan saklasın, fevkalade başarılı olarak eğitim-öğretimlerine devam etmektedir. Bunlardan biri olan, ve Trabzon Yomra Fen Lisesini okurken dede ve babaannesinin de himayesinde iken, üniversite sınavlarında Türkiye çapında sıralamaya giren torunu Furkan’ın bu başarısı ile her ikisi de hekim olan annesine mi yoksa babasına mı çektiğini kendisinden sual ettiğimde, derhal cevaben: “Dedesine!..” demesi, beyhocamızın nüktedanlığına ve zekiliğine ilave bir işaret olmuştur.
Beyhocamızın, günümüz meselelerine İslami çözümler sunarken, kitabın ortasından ve fakat makul yani uygulanabilir yorumlarda bulunması ile, 2012 yılında hanımla birlikte hacca gitmezden önce defalarca müftülükten ders alıp da, ne yapacağımızı tam olarak bilmez halde iken, helallik için beyhocamızın evine uğradığımızda, makbul bir hac için ne yapmamız gerektiğini de kendisine sorduğumuzda, haccın rükünlerini düzenekli ve anlaşılır bir şekilde sadece bir ders saati süresi içinde anlatması; onun konuya hâkimiyetini, süreç yönetimindeki basiretini ve eğitim noktasındaki maharetini ortaya çıkarmaktadır.
Kıymetli hocamızın, güngörmüş bir şahsiyet olarak; çevresine, içinde yaşadığı cemiyete, bitki ve özellikle hayvanlara karşı olan ilgisi, sevgisi, naifliği ve fedakârlığı da, ayrıca hatırlatılmalıdır. Kendisi sadece yaşça muhataplarına değil, evlatları yaşındakilere, onların hanımlarına ve hatta torunu yaşındaki çocuklara dahi oldukça kibar ve saygılı tutum ve davranış göstermekle, sözgelimi ev halkımızın da, dikkatlerini celp etmekle kalmamış ve fakat KTÜ Konutlarındaki sayıları yirmi beşi bulan sokak kedilerine her akşam vakit namazı sonrası alıp dağıttığı hazır mama ve tavuk etli kemik parçaları ile, kedilerin de tanıdığı ve yolunu gözler olduğu bir mahalle sakini olmuştur.
Beyhocamızın sanata ve özellikle Türk Musikisine olan düşkünlüğü, KTÜ AKM’de tertiplenen TSM ve THM Dinletilerini hanımı ile birlikte takip etmesi, bölgemizin ve Trabzon’umunuz bestekâr ve kanun sanatçısı gönüldaşımız Özdemir HAFIZOĞLU’nun Fatih Eğitim Fakültesi’ndeki odasını birlikte ziyaret ettiğimizde, iftar yemekleri sonrası Türk Tasavvuf Musikisi canlı fasıllarımızda eser okunmasına eşlik etmesi, onun musikiye ve sanata da değer veren münevver bir kişiliğe sahip olduğuna ve dahi toplumdan kaçmayan, kabuğuna sığmayan bir ilahiyatçı olduğuna da delalettir.
Kıymetli hocamız, KTÜ’de yaşadığı süre zarfında; öğretim üyelerinin yakınları için, sadece Trabzon’da ve bölgede değil, bir hocamızın Muğla’da defin olacak kayınpederinin cenazesine bile, Trabzon’dan kendi imkânları ile katılarak maddi ve manevi fedakârlıklarda bulunma erdeminde de bulunmuştur. Beyhocamızın içtimai ve dini duyarlılıkları yanında, milli ve manevi konularda siyasi hassasiyetlerinin de gelişkin olduğuna, samimi sohbetlerinden şahit olmuşumdur. Nitekim Evlad-ı Fatihan coğrafyasında, Balkanlarda, bizden arda kalan Türk Toplumunun müftü seçimlerinde yüklendiği vazifeler ile Afganistan’daki Özbek Türklerinin can ve mal güvenliğinin sağlanmasının yanında sağlıklı dini iklimlerinin de oluşturulmasında bir Diyanet mensubu ve yöneticisi olarak gösterdiği yararlılıklar da her türlü takdirin üzerindedir.
Saygıdeğer hocamızın, merhum Adnan MENDERES, Alparaslan TÜRKEŞ ve Deniz BAYKAL gibi siyasilerle; İslam’ı günlük siyasetin dışında tutacak şekilde ve fakat İslam, İslami kurum ve kuruluşlar hakkında iyi algı oluşturmak için hukuk geliştirmiş olması da onun, Devlet terbiyesini nasıl içselleştirdiğine, dini ve idari vazifelerini nasıl ciddiyetle ele aldığına bir işaret olsa gerektir. Burada bahusus belirtilmesi gerekir ki; Başbuğun özel hekimine bıraktığı vasiyeti gereği olarak da, vefatı üzerine onu yıkaması, kefenlemesi ve toprağa tevdi etmesi; Türk-İslam Davasına gönül vermiş bu satırların yazarı tarafından da çok, ama çok kıymetli bulunmuştur.
Beyhocamızın, inandığı ve yaşadığı milli ve manevi değerler için, gerektiğinde tavır da alabilen bir şahsiyette olması da burada hatırlatılması gereken vakıalardandır. Toplumbilim açısından bir yığın yanlışlıkların yapıldığı en temel harsı değerlerimizin örselendiği 28 Şubat Sürecinde, katsayı engeline takılan imam-hatipli öğrencilerin, gençlerin istikbalini kurtarmak için önceden görüşme talebinde bulundukları yükseköğretim yetkilisinin, saygısızca odasında kabulü nezaketsizliğine, görüşmeyi anında reddederek tepki vermesi, her türlü takdirin üzerindedir.
Müdürlüğünü yaptığı İmam-hatip öğrencilerinin yatılı sorunlarını evini bile açarak çözmekten, Türk hacılarının kumlar üzerinde çadır kurarak zahmetli hac farizasını yerine getirdikleri süreci, konaklama işletmeleri ile ikame etmesine kadar bir dizi faaliyet sonucunda kamu hizmetindeki yorucu çalışmalarının ruhi yükünü azaltmak için de, idmana da zaman ayıran bir hayat tarzına sahip olan hocamızın bu hususiyeti de unutulmamalıdır. Nitekim güngörmüş beyhocamızın idmana ve spora olan düşkünlüğü de 75’li yaşların üzerinde iken bile, KTÜ İdman Merkezindeki çim sahada yürümesi, koşması ve vücut geliştirici aletlerde çalışması, koşarken ve yürürken de ayağını yere sürütmesinin karaltısı, gözlerimin önünde hala canlanmaktadır. Yeri gelmişken, geçkin yaşına rağmen dökülmemekle birlikte beyazlayan saçlarının, Trabzonspor’dan kaynaklandığı da burada ifade edilmelidir. Ayaktopunda Türkiye’de Anadolu İhtilalini gerçekleştirerek, Trabzon’a getirdiği bir çok kupa ile, İstanbul Dukalığına son veren Trabzonspor’un, birlikte müsabakalarını seyrederken, beyhocamızın ne kadar gergin ve heyecanlı olduğuna bu satırların yazarı bir çok kez şahit olmuştur.
Son 35 yılını Trabzon’da ve KTÜ’de geçiren ve fakat şehir ve üniversitede; bu toprakların değerlerine hürmet ve hizmet eden; aydın, demokrat, diğerkâm, fedakâr, liyakat ve şahsiyet sahibi, hoşgörülü ve hakem şahsiyetleri, ağabeylerive dava büyüklerini bulmakta zorluk çeken bu satırların yazarı, 2000’li yıllarda Ankara’dan gelen “beyhoca” arkadaşı marifetiyle bu özlemini on yıllığına gidermiştir. Gelinen noktada, önce torun sonra da evladının Trabzon ve KTÜ’den ayrılması ile, beyhocanın Trabzon’dan tekrar Ankara’ya avdet etmesi ile, bu satırların yazarı olan arkadaşı, Trabzon’da yine mahzun ve yapa yalnız kalmıştır.
Bugün 80’li yaşları sürmeye başlayan kıymetli beyhocamıza; kaleme aldığı birçok kitabın yanında bizler için rehber niteliğinde olacak hatıralarını kaleme aldığı kitabını da yazması ümidi ile; sağlık ve afiyet dolu nice yıllar ile, Yüce Allah’ın onu Yunus Emre’nin bacısı olan eşi hocahanıma, evlatlarına, torunlarına, bu satırların yazarı olan yaşça çok küçük arkadaşına ve Türk-İslam Mefkûresi için gönlü tutuşanlara bağışlamasını diliyorum. 25.06.2020.
Prof. Dr. Mustafa Fehmi TÜRKER